* KISSADAN HİSSELER *
ELBET İÇLERİNDEN BİRİ SİZİ DE ETKİLER.....
OLUMSUZ DÜŞÜNEN İNSANLARI DUYMAYIN…ONLAR KALBİNİZDEKİ ÜMİTLERİ ÇALABİLİRLER
Tarihin bir yerinde, canlı varlıklara kazanma hırsı aşılandığı bir vakitte, kaplumbağalar arasında bir yarış tertiplenmiş. Hedef, çok yüksek bir kulenin tepesine çıkmakmış. Vakti gelince bir sürü kaplumbağa arkadaşlarını seyretmek için yarış yapılacak bölgeye toplanmışlar. Ve yarış başlamış. Seyircilerden hiçbiri arkadaşlarının kulenin tepesine çıkabileceğine inanmıyormuş. Kimileri bu inançlarını yüksek sesle dile getirmekten kaçınmıyormuş. Öyle ki, yarışmacıların bazıları, "Zavallılar! Hiçbir zaman başaramayacaklar!" seslerini dahi işitebiliyorlarmış. Yarışmaya katılan kaplumbağalar kulenin tepesine ulaşamayınca teker teker yarışı bırakmaya başlamışlar. İçlerinden sadece bir tanesi inatla ve yılmaz bir gayretle kuleye tırmanmaya çalışıyormuş.Seyircilerin sesleri yükselmeye başlamış; giderek bağıranların sesleri yarış alanında yankılanır olmuşAma yarışta yapayalnız kalan son kaplumbağa son bir gayretle mücadele ederek, kulenin tepesine çıkmayı başarmış. Diğer yarışmacılar ve seyirciler, hayret içinde bu işi nasıl başardığını öğrenmek istemişler. Bir kaplumbağa ona yaklaşmış ve sormuş, bu işi nasıl başardın diye.O anda farkına varmışlar ki, kuleye çıkan kaplumbağa sağırmış! Sağır kaplumbağanın çıkılmaz sanılan doruğa tırmanmayı başarması ile, kaplumbağalar dere tepe demeden yeryüzüne yayılmanın; kararlılıkla yol almanın ne demek olduğunu öğrenmiş ve bunları gerçekleştirmeye cesaret bulmuşlar. |
|
Genç bir adam, Japonya’yı bir baştan bir başa dolaşıp ünlü ustaların bulunduğu okulları gezer. Ünlü bir okula geldiğinde, bu okulun ustasıyla görüşmek ister. Genç adam ustanın karşısına çıktığında usta; “
Benden istediğin nedir?”diye sorar usta. Genç adam yanıtlar; “Sizin tarafınızdan eğitilmek ve ülkenin en iyi karate ustası olmak istiyorum. Bunun için kaç sene çalışmam gerek?” -“En az on sene” diye cevap verir usta. -“On yıl! Çok uzun bir süre bu,” der genç adam. “Peki ya öğrencilerinizden iki kat daha fazla çalışsam?” -“Yirmi yıl” diye cevap verir usta. “-Yirmi yıl! Peki ya gece gündüz bütün gücümle çalışsam?” Bu kez ustanın cevabı “Otuz yıl” olur. Genç adam şaşkındır; “Her seferinde size daha fazla çalışacağımı söylüyorum ve siz ulaşma süremin daha da uzayacağını söylüyorsunuz. Bu nasıl olur?” “Cevabı oldukça basit” der usta. “Eğer bir gözünü varmak istediğin noktaya dikersen, o noktaya giden yolu bulabilmek için geriye bir tek gözün kalır.” |
|
KENAR MAHALLE
( Bir başarı Öyküsü) Profesorun biri sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallesine göndermiş ve o bölgede yaşayan 200 erkek çocuğun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemiş. Araştırmayı yapan öğrencilerin hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını dile getirmişler. Çünkü, okul ve çevre bir çok imkandan yoksunmuş. Bundan tam 25 yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü, araştırmaları esnasında bu çalışmayı bulur ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını ister. Öğrenciler o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’ sının olağanüstü bir başarı gösterip avukat, doktor ya da iş adamı olduklarını ortaya çıkarırlar. Profesör bundan çok etkilenmiştir ve konuyuizlemeye karar verir. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı olur. - “O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz?” sorusuna aldığı cevap hep aynıdır. - Mahalle okulunda bir öğretmeniz vardı. Onun sayesinde. Profesör, bu öğretmeni çok merak eder ve hâlâ hayatta olduğunu öğrenince de yaşlı öğretmenin izini bulur ve kendisini ziyaret için evine kadar gider. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hâlâ dinç duran bir kadın bulur. Merakla yaşlı kadına, bu çocukları kenar mahalleden kurtarıp, başarılı birer insan ve yetişkin olarak hayata nasıl kazandırdığını, bunun sihirli bir formülü olup olmadığını sorar. Yaşlı öğretmenin gözleri parlar ve dudaklarının kenarında bir gülümseme ; “Çok basit” der, “Ben o çocukları sevdim.” |
FARENİN İBRETLİK HİKAYESİ
Ormanın birinde sürekli diğer hayvanlara musallat olan bir fare yaşamaktadır. Fareden çok çeken hayvanlar günün birinde toplanır ve ondan kurtulma görevini “ezeli düşmanı” kediye verir. Farenin peşine düşen kedi onu bir ağacın altında olacaklardan habersiz beklerken görür, usta bir avcı gibi sessizce yaklaşır arkasından. Pençesini kaldırır, ama kedinin gölgesini gören fare şimşek hızıyla fırlar. Hızlı bir kovalamaca sonunda düz bir ovaya gelirler. Sağına soluna bakan fare kaçacak yer olmadığını görür. Tek çare, düz ovanın ortasında yalnız başına otlamakta olan inektir. Nefes nefese ineğin yanına doğru koşar ve başlar yalvarmaya. Fareden az çekmeyen inek önce yardım etmek istemez ama yalvarmalarına fazla dayanamaz ve onu saklamaya razı olur. “Peki, peki. Uzatma da geç şöyle arkama” der inek Fare arkasına geçince inek pisliğini üzerine bırakır. Fare pisliğin içinde kaybolur, ancak dik kuyruğu dışarıda kalmıştır. Kuyruğu gören kedi hemen ineğin yanına gelir. Kuyruğundan tuttuğu gibi fareyi pislikten çıkarır ve oracıkta YER! Bu hikayeden çıkarılacak ders: * 1. Üzerinize her pislik atan düşmanınız değildir. 2. Sizi pislikten çıkaran herkes dostunuz değildir. 3. Boğazınıza kadar pisliğe gömülmüşseniz, kuyruğu fazla dik tutmayın. |
|
BAKMAK VE GÖRMEK ARASINDAKİ FARK! Karı-koca birlikte tatile çıkarlar. Gittikleri yerde kamp kurarlar.
Tatillerinin ikinci gününün akşamı güzel bir yemek yiyip uykuya dalarlar. Birkaç saat sonra kadın uyanır ve kocasını da uyandırır. Adam uyku sersemidir güzel bir rüyadan uyandırıldığı için de biraz kızgındır: "Ne oldu? Ne istiyorsun?" diye sorar. "Yukarıya bak ve bana ne gördügünü söyle." Adam gökyüzüne bakar ve cevap verir: "Bunun için mi uyandırdın beni?. Baktım işte. Bir sürü yıldız görüyorum, ışıl ışıl parlayan milyonlarca yıldız." Karısı tekrar sorar: "Peki, bu sana neyi gösteriyor?" Artık iyice uykusu kaçan adam biraz düşünür ve cevap verir: "Teknolojik olarak Tanrı'nın kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Felsefi olarak, evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi görüyorum. Astronomik olarak galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin varlığını görüyorum. Yıldızların konumuna bakarak saatin 3 olduğunu, Meteorolojik olarak da bugün havanın çok güzel olacağını görüyorum. Niye sordun bunu bana? Sana neyi gösteriyor?" "Çadırımızı çalmışlar...'' |
|
Allah'ın EmanetiDini inançları çok kuvvetli olan bir hanım eşi seyahatte iken, hasta oğlunu yitirir. Yüreği dağlanmıştır ancak, büyük bir sabır ve metanetle onu bizzat yıkayıp, kefenler. Sonra, komşularına dönerek:
-Lütfen babasına haber vermeyin.. der. . Çünkü o erkek çocuk için senelerce beklemişlerdir ve baba oğluna aşırı düşkündür. Zaten eski dönemlerde, bulunduğu yerden çabucak gelmesi de mümkün değildir. Kadın komşularının yardımı ile biricik yavrusunu defneder. Baba eve döndüğünde, ortalıkta görünmeyen çocuğunu sorunca, eşi -Her zamankinden çok daha iyi şimdi… diye cevaplar ve sofraya oturur, yemeklerini yerler. Bir müddet sonra Baba oğlunu görmek istediğinde, eşi yanına oturur ve elini tutarak, sabır ve metanet içinde şu soruyu sorar. -Ya… Ebu Talha … Ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi… etmez mi? - O nasıl söz hatunum? Elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli…. . - O halde, Yüce Rabbimiz, bize emaneten vermiş olduğu yavrumuzu geri aldı.. Ebu Talha bu sözü duyunca, gözlerinden iki damla yaş süzülür. - Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz…Hep onun tarafına döneceğiz, der . Karı, koca acı içindedirler ancak Allah’a en azından kendilerine bir evlat sevgisi tattırdığı için şükredip dua ederler. |
|
23 NİSAN ÇOCUK BAYRAMIBazı kardeşlerimiz, yaşlarının hemen büyümesini istiyorlar değil mi ?Hatta kendilerine sorulduğunda yaşlarını, bir yaş büyük söylemeyi veya bucuklu olarak telafus etmeyi tercih ediyorlar eminim.
Nerden mi biliyorum ? Ben de sizler gibiydim bir zamanlar da onun için. Hatta bir an önce 18 yaşıma erişip, bir yetişkin sayılmak için dualar ederdim. Çünkü o zaman artık kendi kararlarımı verebilecek bir birey olacağımı düşünürdüm. Ve o gün gelip çattığında, annemin karşısına dikilip, "Artık ben Reşitim.. Dilediğimi yapabilirim biliyorsun değil mi anne" demiştim. Demesine dedim de sorun bakalım yapabilmiş miydim :)) Tabiki hayır. Annem bu sözlerimi duyar duymaz ayağından terliğinin tekini çıkarttı, elini alarak havada bana doğru bir kaç kez salladı ve "Bana bak küçük hanım" dedi. "Ben Reşit miş... Ahmet miş.. tanımam kırarım senin kafanı" .. O zamanlar bu tavrına çok üzülmüştüm.. Ama annem, iyiki kontrolu elden bırakmamış ve nefesini üzerimden hiç çekmemiş. Bütün bunları benim daha düzgün ve ayakları yere basan bir insan olmam için yapmış olduğunu her geçen yıl daha iyi anladım. İnanın, bir anne babadan daha fazla evladının iyiliğini, çıkarlarını, geleceğini hiç kimse düşünemez. Eğer sizler de bazı kararlarınıza karşı çıkıldığı zaman, üzüntü duyuyosanız, bilin ki, bu illeki sizin yararınızadır. İstisnalar kaideyi bozmaz diyerek yazımı nihayetliyor ve bayramınızı kutluyorum.. |
|
İNANMAKHoca bir gün vaazında “Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden batmadan geçebilirsiniz” der.
Bu söze inanan bir köylü, köprü’den geçmeyi bırakır ve her gün, nehirden geçmeye başlar. Bir gün hocayı evine davet eder. Kabul eden hocayla birlikte yürürlerken, nehrin olduğu yere varırlar. Adam nehrin üzerinden yürüyerek karşıya geçmeye başlar. Arkasını dönüp baktığında, hocanın olduğu yerde durduğunu görüp, şaşırır ve hocaya seslenir. “E!...Hocam hadi sizde gelin. Böyle dememiş miydiniz. Bakın ben artık her gün nehri yürüyerek geçiyorum ve batmıyorum. ” Hoca; sesi titreyerek cevaplar adamı; “Onu söyleyen dil bende; Ama ona inanan kalp sende! |
|
|
"HAYAT"Hayat çetele tutmak değildir. Seni kaç kişinin aradığı,kiminle çıktığın,çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek değildir.Kimi öptüğün,hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.
Hayat ayakkabıların,saçın,derinin rengi,nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğinde değildir. Aslında hayat, notlar, para giysiler, girmeye başardığın yada başaramadığın okullar değildir. Hayat çok arkadaş sahibi olmak yada yalnız olmak ,kabul görmek yada görmemek de değildir. Hayat, kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir .Kendin için neler hissettiğindir. Güven,mutluluk ve şefkattir. Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır. Hayat kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir. Neler söylediğin ve ne demek istediğindir. İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir. Her şeyden önemlisi ,hayatını başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir. İşte hayat bu seçimlerden ibarettir. PİER NORTEİM |
YARIŞ
Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi ve yol halka açılmadan önce de yeni yoldan en güzel geçen kişinin belirlenmesi için bir yarış düzenleneceğini ilan ettirdi. Yarışma günü, insanlar akın ettiler. Kimileri rı en güzel arabalarıyla, kimileri en güzel elbiselerini giymiş olarak, kimileri de pişirdikleri iddiali yemekler ile geldiler.
Nihayet, tüm gün insanlar yoldan bir geçmeye başladılar. Ancak çoğu geri dönüp yolun ortasında duran moloz yığını hakkında şikayette bulunup rahat yürüyemedikleri konusunda şikayette bulundular. Günün sonunda sadece bir kişi i bitiş çizgisine yorgun argın ulaşabildi. Üstü başı toz toprak içindeydi, Kralın önünde büyük bir saygıyla eğilerek, elindeki altın kesesini uzattı:
-'Yolculuğum sırasında, yolu tıkayan taş ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini de molozların altında buldum .Mutlaka size ait olmalı.'
Kral gülümseyerek cevap verdi:
- 'O altınlar sana ait delikanlı.
'Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı.' 'Evet' dedi kral.
-'Bu altınları sen kazandın, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir.'
Editör : Dürüstlük her zaman prim yapar... Doğru bildiğiniz yoldan şaşmayın.. :))
Nihayet, tüm gün insanlar yoldan bir geçmeye başladılar. Ancak çoğu geri dönüp yolun ortasında duran moloz yığını hakkında şikayette bulunup rahat yürüyemedikleri konusunda şikayette bulundular. Günün sonunda sadece bir kişi i bitiş çizgisine yorgun argın ulaşabildi. Üstü başı toz toprak içindeydi, Kralın önünde büyük bir saygıyla eğilerek, elindeki altın kesesini uzattı:
-'Yolculuğum sırasında, yolu tıkayan taş ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini de molozların altında buldum .Mutlaka size ait olmalı.'
Kral gülümseyerek cevap verdi:
- 'O altınlar sana ait delikanlı.
'Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı.' 'Evet' dedi kral.
-'Bu altınları sen kazandın, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir.'
Editör : Dürüstlük her zaman prim yapar... Doğru bildiğiniz yoldan şaşmayın.. :))
|
SEVGİNİN BÖYLESİYaşlı adam karşı kaldırıma geçmeye çalışırken, hızla gelen bir bisikletin çarpmasıyla yere devrilir. Ona çarpan genç hemen bir taksi çevirir ve onu en yakın hastaneye yetiştirir. Gereken müdahaleler yapılmış ve röntgen sonuçları bekleniyorken, hemşire yanına geldiğinde yaşlı adam iyi olduğunu ve gitmek istediğini belirtir. Hemşire -
-"Bey amca röntgen sonuçlarını bir görelim hele... Acelen ne böyle"der. İhtiyar israr eder. -"Ben iyiyim.. Gitmem gerek, karım beni bekliyor." Hemşire tamam gidersin nasılsa evde değil mi? "der.. Yaşlı adam - "Hayır... O bir bakım evinde kalıyor, alzheimer hastası. Beni tanımıyor ama, her sabah gidip onunla birlikte kahvaltı ediyorum"der. Hemşire şaşırır ve sorar - " İyi de... seni tanımıyorsa, neden her sabah oraya gitmek için koşturuyorsun amca bey"der. Yaşlı adam cevaplar.. -"Ama ben onu tanıyorum... bu yetmez mi?" Sevdiklerinizi, unutmamanız ve ihtiyaç duydukları her an yanlarında olmanız dileklerimle. ... |
HURMA AĞACI
Harun Reşit, Bağdat’ın bahçeleri gezerken, ihtiyar bir adamın hurma fidanı diktiğini görünce, yanına yanaşıp sorar.
-Kolay gelsin ihtiyar... Bu dikdiğin ağacın meyvasını kaç yılda alacaksın? Yaşlı adam
-Sanırım Kırk yıl sonra^" der. Bu cevaba Harun reşit şaşırır.
-Kırkyıl sonra mı? Sen bayağı yaşlısın, meyvesini yiyemeyeceğin bir ağacı niye dikiyorsun o zaman? diye sorar.
İhtiyar gülümser...
-Meyvesini yediğimiz ağaçları, birileri bizim için dikmişlerdi. Bende bu ağacı kendim için değil, benden sonra gelecekler için dikiyorum” der.
Bu cevap Harun Reşid’in çok hoşuna gitmiştir. Ona bir kese altın uzatır. Adam verilen keseyi alır ve eliyle sakalını sıvazlayıp, Allah’a şükür eder.. Harun reşit “Ne diye şükrediyorsun” diye sorar. Yaşlı adam,
-Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk yıl sonra alırken, ben diktiğim ağacın meyvesini şimdi aldım ondan “ der Bu cevap da Harun reşidin çok hoşuna gider ve İhtiyara bir kese altın daha verir.
İhtiyar bir kez daha Allah’a Şükür ettikten sonra Harun Reşit’in sormasına fırsat vermeden..
-Bu defaki şükredişimin sebebi de şudur efendim der. " Başkaları ağaçlarının ürününü yılda bir kere alırken, gördünüz mü? Ben ikinci kez aldım" der.
-Kolay gelsin ihtiyar... Bu dikdiğin ağacın meyvasını kaç yılda alacaksın? Yaşlı adam
-Sanırım Kırk yıl sonra^" der. Bu cevaba Harun reşit şaşırır.
-Kırkyıl sonra mı? Sen bayağı yaşlısın, meyvesini yiyemeyeceğin bir ağacı niye dikiyorsun o zaman? diye sorar.
İhtiyar gülümser...
-Meyvesini yediğimiz ağaçları, birileri bizim için dikmişlerdi. Bende bu ağacı kendim için değil, benden sonra gelecekler için dikiyorum” der.
Bu cevap Harun Reşid’in çok hoşuna gitmiştir. Ona bir kese altın uzatır. Adam verilen keseyi alır ve eliyle sakalını sıvazlayıp, Allah’a şükür eder.. Harun reşit “Ne diye şükrediyorsun” diye sorar. Yaşlı adam,
-Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk yıl sonra alırken, ben diktiğim ağacın meyvesini şimdi aldım ondan “ der Bu cevap da Harun reşidin çok hoşuna gider ve İhtiyara bir kese altın daha verir.
İhtiyar bir kez daha Allah’a Şükür ettikten sonra Harun Reşit’in sormasına fırsat vermeden..
-Bu defaki şükredişimin sebebi de şudur efendim der. " Başkaları ağaçlarının ürününü yılda bir kere alırken, gördünüz mü? Ben ikinci kez aldım" der.
AFFET BABAM...Annesi ölünce genç adam yaşlı babasını evine getirmişti. karısı bundan hiç memnun olmadı ve evdeki huzur kısa süre içinde bitti. KarIsının “Ya o ya ben” sözlerini her gün duyan adam, sonunda pest etti ve çaresiz babasını yayla evine götürmeye karar verdi. Orada köylülerden birine söyleyip bakımını yaptırmayı sağlayacaktı. Bunu babasına söylediğinde,
-“Üzülme oğlum Dedi ihtiyar..Ben senin hepimizi bir arada tutmak için nasıl çırpındığını görüyorum.. Karın da kendince haklı.. Hem çocuk hem ben ağır geldik ona... Bakarım ben başımın çaresine” diye onayladı bu isteği. Bir akşam iş çıkışı eve gelip, hazırlanmış birkaç parça eşyasını ve babasını aldı. Küçük oğlu da gezmeye gittiklerini sanarak onlarla gitmekte ısrar etmişti. Yolda durup, yiyecek alışverişi de yaptılar ve hava karardığında yaylaya vardılar. Henüz yerde kar vardı ve her taraf buz gibiydi. Adam babasının eşyaları içeri taşıdı. Hemen sedire yatağını hazırladı ve sobasını yaktı. Ayrılma vakti geldiğinde, sık, sık yoklamaya geleceğini merak etmemesini söyledi. İkisinin gözleri de dolmuştu ama birbirlerinden saklamaya çalıştılar. Az sonra tekrar yola koyulmuşlardı ki, oğlu, -Babacığım Dedi… Ben de seni yaşlandığında , dedemi bıraktığın gibi getirip yayla evine mi bırakacağım? Adam o anda kafasına bir balyoz yedi sanki.. Oğlunun sözleri yüreğini dağlamıştı. Derhal arabayı durdurup yayla evine geri döndü. İhtiyar onu gördüğüne hiç şaşırmamıştı sanki. Koşup ayakları dibine, diz çöktü ve onu almaya geldiğini söyleyip, kendisini affetmesini istedi. Yaşlı adam bu kez tutmadı gözyaşlarını. Torununa ve oğluna sevgiyle sarıldı. - Geri geleceğini biliyordum oğlum. Dedi…. Çünkü ben babamı hiç böyle çaresiz bir halde bırakmamıştım ki, sen beni bırakasın… |
|
O SESİ DİNLE,
Zengin bir adam son model arabasıyla dar bir sokaktan geçerken, yolda duran bir çocuk arabasına bir çakıl taşı fırlatır. Buna sinirlenen adam derhal arabayı durdurup bir solukta çocuğun yanına varır ve onu omuzlarından tutup havaya kaldırarak bağırır.
-Seni kendini bilmez seni… Eliyle taşın çarptığı yeri gösterir.. Gördün mü bak! Arabama ne yaptığını? Ne yapayım şimdi seni söyle ? Çocuk çok üzülmüştür, nerdeyse ağlamak üzeredir.
- “Kızma amca ne olur.. Zarar vermek istememiştim.” der.
- “Evet ya… Canın biraz oyun oynamak istemişti hepsi o kadar değil mi?
Çocuk gözlerinden yaşlar süzülürken, başını çevirerek, yolun kenarında ters dönmüş engelli arabasını gösterir.
- Ben Ağabeyimi gezdiriyordum, birden devrildi. Düzelmeye çalıştım ama tek başıma yapamadım. Sizden önce durdurmaya çalıştığım hiçbir araç durmadı... İşte o yüzden arabanıza taş atmak zorunda kaldım… “
Adam yolun kenarında yan yatmış engelli arabasını görünce çok utanır. Boğazına bir yumruk gelip dayanmıştır adeta. Hemen koşup yerde yatan gencin yanına giderler birlikte ve arabasını düzeltip onun yeniden yerine oturmasına yardım ederler. Tam size başka nasıl yardımda bulabilirim demeyi düşünürken, küçük çocuk çoktan ağabeyinin arabasını itirek oradan uzaklaşıp gider.
Bu olay onun için iyi bir ders olmuştur. Hep hatırlamak için, taşın geldiği yeri asla boyatmaz ve O gün "Bir daha kimseyi kendisine taş atıp durdurmaya mecbur edecek kadar zor durumda bırakmayacağına, hayatın içinden hızla geçip gitmeyeceğine ve etrafındaki ihtiyaç sahiplerini görmeye dikkat edeceğine.” dair söz verir.
-Seni kendini bilmez seni… Eliyle taşın çarptığı yeri gösterir.. Gördün mü bak! Arabama ne yaptığını? Ne yapayım şimdi seni söyle ? Çocuk çok üzülmüştür, nerdeyse ağlamak üzeredir.
- “Kızma amca ne olur.. Zarar vermek istememiştim.” der.
- “Evet ya… Canın biraz oyun oynamak istemişti hepsi o kadar değil mi?
Çocuk gözlerinden yaşlar süzülürken, başını çevirerek, yolun kenarında ters dönmüş engelli arabasını gösterir.
- Ben Ağabeyimi gezdiriyordum, birden devrildi. Düzelmeye çalıştım ama tek başıma yapamadım. Sizden önce durdurmaya çalıştığım hiçbir araç durmadı... İşte o yüzden arabanıza taş atmak zorunda kaldım… “
Adam yolun kenarında yan yatmış engelli arabasını görünce çok utanır. Boğazına bir yumruk gelip dayanmıştır adeta. Hemen koşup yerde yatan gencin yanına giderler birlikte ve arabasını düzeltip onun yeniden yerine oturmasına yardım ederler. Tam size başka nasıl yardımda bulabilirim demeyi düşünürken, küçük çocuk çoktan ağabeyinin arabasını itirek oradan uzaklaşıp gider.
Bu olay onun için iyi bir ders olmuştur. Hep hatırlamak için, taşın geldiği yeri asla boyatmaz ve O gün "Bir daha kimseyi kendisine taş atıp durdurmaya mecbur edecek kadar zor durumda bırakmayacağına, hayatın içinden hızla geçip gitmeyeceğine ve etrafındaki ihtiyaç sahiplerini görmeye dikkat edeceğine.” dair söz verir.
GÖNÜL KAPISI 19 yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt' ın, bir bahçeyi tasvir eden tablosu, Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyormuş.
Hunt’un Kâinatın Işığı" adını verdiği bu tabloda: Gece, elindeki fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam diğer eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden cevap bekler gibi duruyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt’a dönerek alaycı bir biçimde; - Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım! Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona tokmak takmasını unutmuşsunuz da! Demiş. Hunt gülümsemiş ve şöyle yanıtlamış. -Adam alelade bir kapıya vurmuyor bayım… Bu kapı insan kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için, dışarıda tokmağa ihtiyaç yoktur! *** |
|
GERÇEK DOSTLUK
Mevlana ve bir öğrencisi, dostluğun ve arkadaşlığın konu edildiği bir söyleşiden çıkmışlar, yolda birlikte yürüyorlardı. Biraz ileride yolun kenarında, iki köpeğin koyun koyuna sokulmuşlar, birlikte uyumakta olduklarını gördüler. Öğrencisi, biraz önceki söyleşinin de etkisi altında kalarak, bu görüntü karşısında çok duygulanıp, bunu Mevlana ile paylaşmak ister.
"Efendim şu manzaraya bakın… Ders alınacak yüce bir dostluk örneği, değil mi?”
Mevlana, öğrencisinin bu heyecanı karşısında gülümser ve kişisel çıkarların nice dostlukları yakıp kül ettiğini anımsattıktan sonra ona, unutamayacağı bir ders verir.
“Evlat, sen onların arasına bir kemik atıver de, bir de o zaman gör bakalım dostluklarını”
Bir dostluk, kişisel çıkar karşısında unutulmayacak denli sağlamsa, ancak o durumda bir değer ifade eder ve ancak o zaman onun adına gerçek dostluk denilir.
***
"Efendim şu manzaraya bakın… Ders alınacak yüce bir dostluk örneği, değil mi?”
Mevlana, öğrencisinin bu heyecanı karşısında gülümser ve kişisel çıkarların nice dostlukları yakıp kül ettiğini anımsattıktan sonra ona, unutamayacağı bir ders verir.
“Evlat, sen onların arasına bir kemik atıver de, bir de o zaman gör bakalım dostluklarını”
Bir dostluk, kişisel çıkar karşısında unutulmayacak denli sağlamsa, ancak o durumda bir değer ifade eder ve ancak o zaman onun adına gerçek dostluk denilir.
***
|
T E V A Z UBir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaşi Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görürlermiş. Durumu Hacı Bektaşi Veli'ye anlatır ve Hacı Bektaşi Veli “ helal değildir” diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder.
Adam ayni şeyi Hacı Bektaşi Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana söyle der: -“Biz bir karga isek Hacı Bektaşi Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.” Adam üşenmez kalkar yeniden Hacı Bektaşi Dergâhına gider ve Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip, bunun sebebini bir de Hacı Bektaşi Veli'ye sorar. Hacı Bektaşi de söyle der: - “ Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir." Keşke hepimiz her fırsatta kusurlara takılmak yerine, böyle tevazu ve incelikle, birbirimizi yüceltebilmeyi başarabilsek. Hayırlı bir ramazan ayı geçirmenizi ve evinizin, sofranızın rızkının bol olmasını dilerim. |
GELİN VE KAYNANA
Gelin kaynanasından artık ilahlah ettiği bir gün soluğu yaşlı bitki şifacısının kapısında buldu. Yetti artık dayanamayacağım deyip, ondan kaynanasını öbür dünyaya gönderecek bir zehir istedi.
Şifacı “Tamam” dedi.. “Sana bu zehri vereceğim ancak,anlaşılmaması için her gün çok az yemeklerine katacaksın. Bu arada aranı çok düzgün tutacaksın. Gülümseyi ve iyi davranmayı da sakın ihmal etme.”
Kızgın gelin doğruca eve koşmuş ve ilk günden denileni yapmaya başlamış. Aradan bir süre geçtikten sonra, soluğu yine şifacının yanında almış.
“Aman” demiş. “ Ne olur, bana verdiğiniz zehrin panzehirini verin. Kaynanam çok değişti ve inanılmaz iyi bir insan oldu. Onu artık çok seviyorum ve ölmesine izin veremem.” Şifacı sormuş
-“Peki ne yaptın da kaynanan böyle değişti “ Genç gelin şaşkın.
-“Dediğiniz gibi her gün zehri yemeklerine kattım ve anlaşılmasın diye saygılı, güler yüzlü davrandım” Bunun üzerine şifacı
-“ Kızım” demiş.. Ben zaten sana zehir diye tuz verdim.Panzehire falan gerek yok üzülme.... Kaynananla aranı değiştiren, senin davranışlarının değişmesidir.”demiş ve eklemiş. O bir parça tuz, şimdiye kadar çoook insanın arasını düzeltti çok şükür....
İLK KARARAdamın biri, Bilge bir kral olmakla un salmış olan kralın yanına gidip “'Efendim söyler misiniz hayatta özgürlük var mıdır? “ diye sorar.
Kral “Elbette” deyip, “ Kaç bacağın var senin? “diye sorar. Adam bu soruya şaşırır ama “ İki efendim” diye cevaplar. Kral “Pekala, tek bacağının üzerinde durabilir misin? “diye sorar. Adam “Elbette” diye cevaplar. Kral “O halde şimdi, hangi bağcının üstünde duracağına karar ver” der. Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. “ Tamam” der kral, “Simdi de öteki bacağını kaldır bakalım” Adam şaşırır “'Bu imkanız kralım” der. “Gördün mü? “der kral , “Özgürlük sadece bu kadardır. Ancak ilk kararı verebilirsin, ondan sonrasını değil” der. |
|
BUNU KİMSEYE ANLATMA !
Devesiyle birlikte, çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen susuzluktan ağzı kurumuş, bir adama rastlar. Hemen deveyi durdurup iner ve adama su verir.
Bedevi heybelerini düzeltirken, kendine gelen adam yerden kalkar ve bedeviyi itekleyip düşürdükten sonra deveye atlayıp kaçmaya başlar.
Bedevi bu duruma çok şaşırmıştır. Toparlanır toparlanmaz, uzaklaşmakta olan adamın arkasından seslenir.
- Tamam, deveyi aldın gidiyorsun, ama senden ricam bari bunu kimselere anlatma...
Adam bu isteye bir bana veremez ve merakını yenmek için uzakta durup sorar. " Niye ki ? "
Bedevi ona bakar, başını iki yana sallayarak; “Eğer bunu gidip sağda solda anlatırsan, kısa sürede etrafa yayılır ve bir daha hiçbir kimse çölde susuz kalmış bir adama yardım etmez onun için " der.
Maddi değerlerin, maneviyatın önüne geçmesine izin vermeyin. Size yardım eli uzatan hiçbir kimseye de asla ihanet etmeyin.
Bedevi heybelerini düzeltirken, kendine gelen adam yerden kalkar ve bedeviyi itekleyip düşürdükten sonra deveye atlayıp kaçmaya başlar.
Bedevi bu duruma çok şaşırmıştır. Toparlanır toparlanmaz, uzaklaşmakta olan adamın arkasından seslenir.
- Tamam, deveyi aldın gidiyorsun, ama senden ricam bari bunu kimselere anlatma...
Adam bu isteye bir bana veremez ve merakını yenmek için uzakta durup sorar. " Niye ki ? "
Bedevi ona bakar, başını iki yana sallayarak; “Eğer bunu gidip sağda solda anlatırsan, kısa sürede etrafa yayılır ve bir daha hiçbir kimse çölde susuz kalmış bir adama yardım etmez onun için " der.
Maddi değerlerin, maneviyatın önüne geçmesine izin vermeyin. Size yardım eli uzatan hiçbir kimseye de asla ihanet etmeyin.
TUZ VE SUHintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. - ‘Tadı nasıl?’ diye soran yaşlı adama öfkeyle: - ‘Acı’ diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: - ‘Tadı nasıl?’ ‘Ferahlatıcı’ diye cevap verdi genç çırak. - ‘Tuzun tadını aldın mı?’ diye sordu yaşlı adam, ‘Hayır’ diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: - ‘Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.’ * * * |
|
KARŞIKİ PENCERE
Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltılarını yaparlarken, komşu kadın da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına dönüp “Şunun çamaşırlarına bak, yeterince temiz değil. Çamaşır yıkamayı bilmiyor, belki de doğru deterjan kullanmıyordur” demiş. Kocası ona bakmış, hiçbir şey söyleyip, kahvaltısına devam etmiş.
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah üşenmeden aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış “Aaa… Bak” demiş kocasına “ Kadın sonunda nasıl çamaşır yıkanacağını öğrenmiş… Merak ediyorum,kim öğretti acaba?” diye alaylı bir şekilde konuşunca kocası, “Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim” demiş.
Hayatta da böyle değil midir? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce zihin durumumuza bakmak ve ´iyi´ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı fark etmek güzel bir fikir olabilir.
ÖNYARGILAR GÖRÜŞÜMÜZÜ KAPATABİLİR
- O yüzden hiçbir kimseyi iyice anlayıp, dinlemeden yargılamayalım.
- Biri hakkında yanınızda olumsuz bir konuşma yapılıyorsa,
eğer kendi gözünüzle şahit olmadınızsa, bu fikre katılmayın doğru olmaz..
-Sonu “miş” ve “muş” ile biten cümlelere de pek itibar etmeyin. Ağızdan ağza dolanarak size ulaştığından çok değişmiştir, gerçeği yansıtmaz…
Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah üşenmeden aynı yorumu yapmaya devam etmiş. Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış “Aaa… Bak” demiş kocasına “ Kadın sonunda nasıl çamaşır yıkanacağını öğrenmiş… Merak ediyorum,kim öğretti acaba?” diye alaylı bir şekilde konuşunca kocası, “Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim” demiş.
Hayatta da böyle değil midir? Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen yargılamaya davranmadan önce zihin durumumuza bakmak ve ´iyi´ olanı görmeye hazır olup olmadığımızı fark etmek güzel bir fikir olabilir.
ÖNYARGILAR GÖRÜŞÜMÜZÜ KAPATABİLİR
- O yüzden hiçbir kimseyi iyice anlayıp, dinlemeden yargılamayalım.
- Biri hakkında yanınızda olumsuz bir konuşma yapılıyorsa,
eğer kendi gözünüzle şahit olmadınızsa, bu fikre katılmayın doğru olmaz..
-Sonu “miş” ve “muş” ile biten cümlelere de pek itibar etmeyin. Ağızdan ağza dolanarak size ulaştığından çok değişmiştir, gerçeği yansıtmaz…
YANLIŞ TERCİH, ACI SON !Askerliğini tamamlayan Mehmet, istanbul’da bulunan annesine ve babasına telefon açtı:Somnunda eve geliyorum ama bir şey sormak isterim. Bir arkadaşımı beraberimde getirebilirmiyim?”
- Tabi getirebilirsin evladım. - Ama bilmeniz gereken bir şey var. O savaşta ağır yaralandı. Mayına bastı kolu ile bacağını kaybetti. Başka gidecek bir yeri yok. Bizimle yaşamasını istiyorum. Çok üzüldük… Belki kalacak bir yer bulması için ona yardımcı olabiliriz. - Yok onun bizimle yaşamasını istiyorum. Oğlum sen ne istediğinin farkında değilsin. Böyle bir sorunu olan bir kişiyle yaşamak hepimizi rahatsız eder. Bizim de kendimize gore bir hayatımız var. O kendi yaşantısını devam ettirmenin yohunu bulacaktır mutlaka. Mehmet telefonu kapatır; o günden sonar da kendisinden bir haber alınamaz. Bir kaç gün sonar polis aileyi arar. Anne ve babaya, oğullarının bir binanadan düşerek öldüğünü söyler. Mehmet intihar etmiştir. Anne ve baba, Mehmet’I teşhis için morga giderler. Evet, orada cansız yatan sevgili oğulları Mehmet’tir ama bir bacağı ve bir kolu yoktur. (Alıntı:Sabah Gaz. - Yazı: Ali Ersoy |
|
VAZGEÇMEYİ BİLECEKSİN Derinden sevip sevilmek istiyorsan, seni büyülemeyen, anlamsız, varlığı yokluğu bir şey ifade etmeyen, öylesine ilişkilerden vazgeçmeyi bileceksin. Aşk istiyorsan acıyı, özlemin yakıcılığını kabul edeceksin. Büyük bir kaybedişin her zaman kapının eşiğinde pusuda beklediğini bileceksin. Derin bir ilişki istiyorsan şayet, seni koruduğunu düşündüğün bütün zırhlarından kurtulup zarar görmeyi göze alacaksın. Büyük riskler yoksa büyük aşklar da yoktur çünkü.
Seni doyuracak, kimliğine uygun düşecek, seni mutlu edecek bir iş yaşamı istiyorsan, idare edip gittiğin işten vazgeçeceksin. Kendini dinlemek, kendinle baş başa kalmak istiyorsan kalabalıklardan vazgeçeceksin. Bazen de...Koyu karanlıklara benzeyen yalnızlıklara katlanmayı bileceksin…. Sıradan, hayatına anlam katamayan, varlıklarıyla seni ileriye taşıyamayan arkadaşlardan uzak durmayı bilirsen eğer, can dostlar edinmenin kapısını aralayabileceksin. Çünkü yanlarında yürekten gülemediğin insanlar arkadaşın değildir ve senin bulunman gereken yer orası değildir. Bir kente sığamıyorsan eğer, serüvene atılmaktan çekinmeyecek ve o kentin sana sunduğu küçük avuntulardan vazgeçmeyi göze alacaksın. Seni doyurmayan, hatta ayak bağı olan, ancak belli güvenceler sunan bir ilişkin varsa oturup düşüneceksin. Sıradanlığa devam mı, yoksa aşk mı? Aşksa eğer yanıtın koyacaksın noktayı, göze alınması gereken ne varsa göze alarak. Doğayla baş başa, yalın, bohem, kafana göre bir hayat istiyorsan eğer, çoğunluğun peşinde ömür tükettiği dünya nimetlerinin çoğundan vazgeçmeyi bileceksin. Ve bir şeyi asla unutmayacaksın. Sadece senin için anlamı olan anlamlıdır! Velhasıl, anlamı olan bir hayat istiyorsan, bir şeylerden vazgeçmeyi bileceksin. Ve vazgeçmedikçe kazanamayacağını da... |
|
YILBAŞI HEDİYESİ….
Üç, dört yaşlarında küçük bir kız çocuğu masanın üzerindeki yaldızlı kağıtlardan birini almış, elindeki eski bir kutuyu paketlemeye çalışıyordu. Babası onun bu pahalı hediye kaplama kağıdını ziyan ettiğini görünce onu azarladı. Ertesi gün yılbaşıydı ve küçük kız o paketi babasına uzatarak, -Bu senin içindi babacığım… dedi. Adam iki gün önce onu bu yüzden azarladığına çok üzüldü. Gereksiz tepki verdiğini düşünüyordu. Sevgiyle paketi alıp açtı. Fakat kutunun içi boştu. Elinde olmadan kızına gene çıkıştı: - "Birisine bir hediye verdiğinde, kutunun içinde bir şey olması lazım. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?.."dedi. Bunun üzerine küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı. - " O kutu boş değil ki babacığım! İçini öpücüklerle doldurmuştum!.."dedi. Adamı o an adeta yıkıldı. Ufacık bir kız çocuğu onu altetmişti. Hemen yanına gidip onu kucakladı ve birlikte ağladılar. Adam o kutuyu ömrünün sonuna kadar sakladı ve ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşup, içinden minik kızının sevgi ile doldurduğu hayali öpücüklerden birini çıkarırdı. "Aslında bütün insanlara böyle bir kutu mutlaka verilmiştir. Zor zamanlarda bu kutuyu çıkarıp içine bakabilmeyi başarmak, mutluluğun anahtarlarından biri olsa gerek." |
|
İKİ ZOR SORU .....
Bir kadın tanıyorsunuz hamile, 8 çocuk sahibi. Çuklarının 3'ü sağır, 2'si kör ve biri de geri zekalı. Anne ise Frengili. Bu kadına kürtaj önerir miydiniz ?Cevap vermeden önce ikinci soruyu da bir okuyun....
2-Yeni bir lider sizin oyunuzla seçilecek. a - b - c diye sıralanan şıklardan birini seçmeniz gerekiyor.
A ŞIKKI ADAYI: Dürüst olmayan politikacılarla işbirliği yapar, falcılara danışır; metresi vardır ; sigara tiryakisidir, günde 8 ila 10 bardak martini içer.
B ŞIKKI ADAYI: İki defa işten kovulmuştur; öğlene kadar uyur. Kolejdeyken marihuana kullanırdı. Her akşam birden fazla viski içer.
C ŞIKKI ADAYI: Gözde bir savaş kahramanı ; vejeteryen; sigara kullanmamış; nadiren bira içer ve karısına asla ihanet etmemiştir.
Bu adaylardan hangisini tercih ederdiniz. İsterseniz cevaplamadan önce şıklardaki kişilerin kim olduğuna bir bakın.
A - FRANKLIN ROOSEVELT
B - WINSTON CHURCHILL
C - ADOLF HITLER
İlk sorudaki kadına kürtaj yaptırmasını önerdiyseniz Beethoven'ı öldürmüş olacaktınız !
Bu yazıda bir de tavsiye vardı ki, çok hoşuma gitti onuda yazmadan edemeyeceğim : Amatörler " Nuhun Gemisi"ni inşa ettiler, Profesyoneller ise Titanik'i....
Kıssadan hissesine gelince ; Bir kişi yargılamadan önce çok iyi düşünün, zira hiç bir şey göründüğü gibi değildir...
2-Yeni bir lider sizin oyunuzla seçilecek. a - b - c diye sıralanan şıklardan birini seçmeniz gerekiyor.
A ŞIKKI ADAYI: Dürüst olmayan politikacılarla işbirliği yapar, falcılara danışır; metresi vardır ; sigara tiryakisidir, günde 8 ila 10 bardak martini içer.
B ŞIKKI ADAYI: İki defa işten kovulmuştur; öğlene kadar uyur. Kolejdeyken marihuana kullanırdı. Her akşam birden fazla viski içer.
C ŞIKKI ADAYI: Gözde bir savaş kahramanı ; vejeteryen; sigara kullanmamış; nadiren bira içer ve karısına asla ihanet etmemiştir.
Bu adaylardan hangisini tercih ederdiniz. İsterseniz cevaplamadan önce şıklardaki kişilerin kim olduğuna bir bakın.
A - FRANKLIN ROOSEVELT
B - WINSTON CHURCHILL
C - ADOLF HITLER
İlk sorudaki kadına kürtaj yaptırmasını önerdiyseniz Beethoven'ı öldürmüş olacaktınız !
Bu yazıda bir de tavsiye vardı ki, çok hoşuma gitti onuda yazmadan edemeyeceğim : Amatörler " Nuhun Gemisi"ni inşa ettiler, Profesyoneller ise Titanik'i....
Kıssadan hissesine gelince ; Bir kişi yargılamadan önce çok iyi düşünün, zira hiç bir şey göründüğü gibi değildir...
like this |